KUŞAK ÇATIŞMASI MI? ANLAŞAMAMAK MI?
22.3.1990- 22,28
Bugünlerde bilhassa gençlerimizin dilinde dolaştırılmaya çalışılan bu deyim, bir önceki ile bir sonraki kuşakların, aralarında var olduğu sanılan ya da var olduğu öne sürülen, çatışma ortamını ifade eder. Çatışma denilince kavgalı gürültülü bir ortam akla gelmektedir. Ancak bu, tatbikatta, annelerin/ babaların genç kuşaklarla, hayat tarzlarının farklılıklarından doğan, karşılıklı, olayları kendi gözlemleri ile değerlendirmeleri neticesi, birbirlerine ters düşen fikirleri ileri sürmeleri sonucu, aralarında meydana gelen anlaşmazlıkları ifade etmektedir.
Annelerin/ babaların, kendi yaşantıları esnasında kazandıkları fikrî potansiyellerini, hayat deneyimlerini, bizzat yaşayarak, tecrübelerle kazanmış olmaları sonucu, bu fikirlerinin ya da tecrübelerinin(deneyimlerinin) yerine, tecrübeden geçmemiş genç kuşakların fikirlerini yerleştirmeleri, ne kadar doğru ya da ne kadar akla uygun olur? Genç kuşakların bu konuyu etraflıca, enine boyuna düşünmeleri gerekir. Bunu yaparken de, kendilerini annelerinin/ babalarının yerine koymaları, sorunların çözümlerinde büyük kolaylıklar sağlar. Zira kuşak çatışmasında ileri sürülen tez, genel olarak, annelerin/ babaların gençlerin yaşantılarındaki farklılıkları kabullenemedikleri şeklindedir. Bu tezin doğrusunun/ eğrisinin olabileceği muhakkaktır. Tabii bu düşünme tarzı genç kuşaklarca da kabul görmelidir. Gençler de kendilerine sormalıdırlar:
-Benim tecrübesiz hayatım içerisinde tüm yaptıklarımı, hareketlerimi doğru olarak kabul etmem insafa sığar mı?
Belirttiğimiz gibi herkesin dünya görüşlerinin eğrisi/ doğrusu olabilir. “Bu tezin yanlışı yoktur” diyebiliriz. “Yanlışının olmamasını ne ile izah edebiliriz” diye sorduğumuzda, “birçok etken söz konusu edilebilir” cevabını alırız. Eğrisi/ doğrusu olmayan hiçbir konu yoktur. Mutlaka olacaktır. Ancak en az zararla eğrileri kaldırabilecek potansiyellerin ortaya çıkarılması da gereklidir. Belki, şahıslara göre değişebilen farklılıklar ortaya çıkabilir, ancak diğer bir yönden, gençlerin dünya görüşlerindeki değişimleri de ele alarak, anne/ babaların olaylara bakmaları, sorunların çözümü için şarttır. Hiçbir zaman böyle anlaşmazlıkların gün yüzüne çıktığı konularda, yanlışlar tek taraflı değildir. Olamaz da. Her iki tarafında kendilerine sormaları gereken soru:
-Ben bu konuda gerçekten haklı mıyım? Haksız olduğum taraflar da olamaz mı, sorusudur.
Tabii bu kuşak çatışması, normal kabul edilebilecek bir hayat tarzı gibi algılanabilir. Gayet normal olduğu da ifade edilebilir. Ancak her konuda olduğu gibi, bu konuda da büyükler ile küçüklerin bir araya gelerek; ya da düşünce boyutunda, kuşak çatışması içerisinde oldukları ifade edilen gençlerle anne/ babaların karşı karşıya gelmeleri konusunda, sohbet havasına girercesine; bu çatışmayı tartışma ve neticede bir ortak noktaya ulaşma, söz konusu olabilmelidir.
Kuşak çatışmalarının altında yatan gerçeklerden bir kısmının, anne/ babaların koruma duygularından ileri geldiği bir gerçektir. Bir örnekle açıklamamız gerekirse:
Anne/ babalar, çocukları daha kendilerini ispatlamadan, mümeyyiz hale gelmeden, olgunlaşma çağında olduklarının görüntülerini vermeden, haklı olarak, çocuklarının hareketlerini kısıtlama yönüne giderler. Gençlerin bir kısmının verdikleri görüntülerden anlaşılacağı üzere, bu tür kısıtlamalarda:
-Annemiz/ babamız bizi engelliyor; sosyal yönden gelişmemize engel oluyorlar, düşüncesi ile kendilerine baskı yapıldığı zannına kapılmaktadırlar. Bu da gençlerin, anne/ babalarından uzaklaşmalarına sebep olmaktadır.
Genellikle, anne/ babaları ile aralarında çatışma olduğu ifade edilen gençler:
-Anneciğim/ babacığım, benim şu, şu sıkıntılarım var. Bu sıkıntılarımı gidermek için bana yardım ediniz, demedikleri gibi, anne/ babalar da evlâtlarına:
-Oğlum/ kızım ne sıkıntınız var, nasıl yardımcı olabilirim, deme zahmetine girmezler. Bu tarz davranışların sonunda da, anne/ babalar gençlere:
-Evladım iyi niyetimizden kuşkunuz olmasın, zira, hiçbir zaman, sizin zararınıza olabilecek bir duruma düşmenizi istemeyiz. Bu bizim anne/ babalık görevlerimize ve normal insanların bile düşünce yapısına, ters düşer; demedikleri içindir ki, çatışmanın yolu açılmış olur.
Sonuçta gençler engellendikleri zehâbına kapılarak,
(zehâbına kapılmak; kuruntuya düşmek, tdk- gts/ izlenimine kapılmak/ hissine kapılmak )
içlerine kapanmış halde, ne yapacaklarını, nasıl bu konuları açacaklarını, sıkıntılarını nasıl açıklayacaklarını bilemeden uzun uzun kederlerle boğuşurlar. Fare dağa küsmüş; dağın haberi olmamış misâli, kendilerinin anlaşılmadığı/ anlaşılamadığı düşüncesiyle, içlerini kemiren bir kurt misali yıllarını ziyân ederler. Halbuki, annelerinin/ babalarının karşılarına geçip:
-Benim duygu ve düşüncelerim şu merkezde, sizler benim büyüklerimsiniz. Sizin hayat tecrübeniz bizimkilerden çok fazla, bu nedenle sizin düşünceleriniz ne merkezdedir, diye sorabilirler. Bunu yaptıkları zaman, ortada kötü niyet olmadığı mutlaka görülecektir. Zira anne/ babalar çocuklarının daima iyiliğini isterler. Bu konularda orta noktayı bulabilme sanatının kazanılmış olması önem arz eder. Karşılıklı orta noktalara doğru fikirlerin yaklaşmaları sonucu çatışma kalmayacaktır. Orta noktayı bulmak çocuklar için önemli olduğu gibi, büyükler için de çok önemlidir. Bilmelidirler ki, karşılıklı olarak birbirlerinin kötülüklerini istemediklerinin kabul edilmesi ile sorunlar, genellikle, büyümeden kendiliğinden hallolur.
Peki! Hiç düşündüler mi ki? “Benim annem/ babam benim kötülüğümü ister mi?” sorusunu kendilerine sorarak, bu sıkıştırma/ tembihlerin altında hangi güzel duygu ve düşüncelerin olduğunu öğrenme şansına ersinler. Hiç olmazsa aklımızın süzgecinden geçirilerek:
-Bizler gençleriz. Zaman değişti. Geçmişte yaşamış olan büyüklerimizden farklı bir yaşantının içerisine girdik. Hayat standardımız bu büyüklerimiz sayesinde böyle değişim geçirdi; gelişti. Diyemezler mi? Bu düşüncelerle kendilerine söylenilen hususların, körpe zihinlerinde eleştirel pozisyonlara sokulmasını araştırıp; soruşturarak daha iyiye, daha doğruya ulaşma isteklerini gün yüzüne çıkartamazlar mı? Anne/ babalar:
”Şunu yapma! Buraya gitme" ifadeleri ile ne yapmak istediklerini çocuklarına, o anda, açıklamalıdırlar. Tabiidir ki bu durumda gençlerin de anne/ babalarını, iyi niyetlerinden emin olarak, can kulağı ile dinlemeleri gerekir.
Hiçbir anne/ baba çocuklarının asosyal; içine kapanık olmasını istemez. Hareketli, canlı, hoş sohbet çocukları olmasını kim, hangi anne/ baba istemez ki? Bir topluluğa girdiğinde kendi akranları içerisinde sevilen, sayılan, sempatik tavırları ile herkese dost olan evlâtları, hangi anne/ baba istemez? Elbette tüm anne/ babalar isterler. O halde bu hükümden hareketle anne/ babaların siz gençlere tembihlediği; "yap" ya da "yapma" dedikleri hususlarda anne/ babaların mutlak haksız sayılarak; eski kuşak olduklarını düşünmek veya böyle nitelemek, insaf ölçülerini aşan düşüncelerdir. Özetle yazacak olursak:
“Herkesin, her kesimin, mutluluğu yakalaması için, mutluluğun peşinden koşma gayretini göstermesi gerekir.”(is)
“Zahmetsiz güzellik yakalanamaz. Yakalansa da zahmetsiz güzellik lezzet vermez.”(is)
Çatışmasız günlere, mutluluklarla ulaşmanız temennilerimle.
Saygılarımla... 12 Mayıs 2008 23,21