Köşe Yazılarına Yorumlar

Köşe Yazıları => Belediyelerimiz ve Çalışmalarından Örnekler => Konuyu başlatan: is - Mart 20, 2009, 02:27:28 ÖÖ

Başlık: BELEDİYE BAŞKANI(2)
Gönderen: is - Mart 20, 2009, 02:27:28 ÖÖ
BELEDİYE BAŞKANI(2)

BELEDİYE BAŞKANI(1)' İN DEVAMIDIR.

           Tüm memleket sathında başkanların yapmış oldukları güzel çalışmaların kitaplarla ortaya konularak, gelecek nesillere ve başkanlarımıza bırakılması gerekir. Burada yazılanları çoğunluğunuz tasdik edeceksiniz; ya da bunlara şahit olduğunuzu belirteceksinizdir. Ya da aynı hadiseleri çeşitli belediyeliklerde, gelecek zamanlarda da yaşayabileceksiniz. Yapılanların yanlış olduğunun ifade edilmesiyle, göz önüne serilmesini, görev saydığım için, bu satırları yazdım. Şâyet genel hatlarını çizdiğim kimseler bu memlekette olmasaydı, tüm başkanlıklarımız başarılı diye tarihlere geçmezler miydi? Ama gerçek hayatta, güzellikler yanında, yanlışları/ çirkinlikleri de görmek mümkündür.

           Yapılan hatalı davranış ve noksanlıklarda ya da yanlış uygulamalarda başkanların her birinin farklı mâzeretleri; farklı müdâfaa şekilleri ortaya çıkabilecektir. Bunları genel olarak sıralarsak:

           1-) Gelirlerimiz kısıtlıdır.

           2-) Ödeneklerimiz yetersizdir.
         
           3-) Yeterli kadro ve eleman bulunmamaktadır.
          
           4-) Siyâsîler çalışmalarımızı engellemektedir.
          
           5-) Siyâsî karşıtımız olan iktidar ödeneklerimizi aksatmaktadır. Bunun gibi bir sürü mâzeretler, sayılıp dökülecektir.

           Ne demiş atalarımız: “At binenin, kılıç kuşananındır.” Önce ata binmeyi öğreniniz, sonra jokeylik yapınız. Ata binmeyi öğrenmeden, neden jokeylik yapmaya kalkışıyorsunuz ki?
 
           Gelirlerinizi artıramayacaksanız; sizde bu potansiyel yoksa; neden milletin trilyonlarca lirasını idare etmeye kalkışıyorsunuz? Düşününüz ve kendinize geliniz. ”Ben ne yapıyorum.” deyiniz. Bu işler kul haklarının gasp edilmesi sebebiyle, hesapsız kalmayacak işlerdir. Her halükârda ve öncelikle, demokrasi kuralları içerisinde hesabını verirsiniz. Zelil, perişan, rezil olursunuz. Peki! Söyleyiniz. Buna değer mi? Elbette mantıklı ve akl-ı selim sahibi insanlar “değmez” diyeceklerdir. Ama tüm bunların bilinmesine rağmen, ”neden insanlar, beceremeyecekleri işlerin başına geçerler?” sorusu akla gelivermektedir. İşte burada enâniyet, ya da insanî bencillikler devreye girmektedir. Başka türlü izah edilmesi de mümkün değildir.

           Belediyeliklerde başkanlık için seçimlere girdinizse; ve de tabiatıyla, kazanmak üzere çok para sarf ettiniz ise;

(değerli okuyucularım,”para sarf etmekle başkanlık olur mu?” dediğinizi duyar gibiyim. Ben de size soruyorum. Parasız, reklâmsız başkanlığı kazanan kaç kişi gösterebilirsiniz. “Buyurun beyefendi, hanımefendi, siz çok çalışkan bir kimsesiniz. Başkanlığa yakışırsınız. Başkanlık seçimlerine katılınız” diye kaç başkan, siyasî geçmişi olmadan, seçilmiştir? “Cumhuriyet tarihimizden kaç örnek gösterebilirsiniz” diye de, ben size sorayım. Birkaç istisnayı kastetmiyorum. Makam, mevki itibariyle oy potansiyeli olabilecek bürokratlara, siyasetçilerin teklifleri olmuştur. Olacaktır da. Ancak kaç tanesinin, belediye başkanı olarak güzel işlere imza attıklarının da istatistiklerinin yapılması gerekir.)

kendinizi gösterebilecek bir iki özelliğiniz varsa; bir yerlerde meydanlara çıkıp konuşmalar yapmışsanız; sûreti haktan(olmasanız bile) görünmüşseniz; çeşitli dernek v.s. kuruluşlarda başkanlık yapıp, tanındı iseniz; elbette kazanacaksınız ve başkan olacaksınız. ”Bu kadar yoğun koşuşturma içerisinde bilemedim başkanlığın bu kadar zor olduğunu” diyebilir misiniz? Asla. Mâzereti yok bu işin. Başkanlık öyle bir ateşten gömlektir ki, o gömleğin nasıl bir ateş olduğunu, mesuliyetinin idrâkinde olan bilir. "Belediye gelirlerinin bu kadar olacağını bilmiyordum. Bu kadar az para ile ben ne yapayım" dediğinizde; sormazlar mı:

           -Kardeşim, sen belediye gelirlerinin nerelerden elde edildiğini bilmiyorsan;

           -Kalem kalem bu gelirlerin neler olduğunun kayıtlarını tutmamışsan;

           -Belediye Kanunu(Kanun No. 5215; Kabul Tarihi : 9.7.2004) ve Büyükşehir Belediyesi Kanunu(Kanun No. 5216; Kabul Tarihi : 10.7.2004)' nu okumamışsan ve dolayısıyla, BELEDİYE KANUNU ile belediyelerin nerelerden meşrû/ kanûnî gelirler elde edebileceklerini öğrenmeden başkanlığa seçilmişsen, “Vay bana, vay’lar bana; yıl oldu aylar bana” türküsü ile ve saçını başını yolarak başkanlık süreni geçireceksin demektir. O zaman tüm hemşerilerin:

           “Yüzme bilmiyorsan, neden girdin denize” demezler mi? Elbette derler. Yerden göğe kadar da haklıdırlar. 
                                                                                   
           Sözün özü, az söyleyip çok dinlemededir. Bol okuyup ders almadadır. Alınmayan derslerden ne hayır gelir ki. Şimdiye kadar kaç başkan yanlışlarından ders alıp da,”ben hatâ ettim ey milletim.” demiş de, özür dilemiştir ki. Yazılanlar sadece okunsun diye değil; okunsun da ders alınsın diye kaleme alınır.
 
           Kitabımızdan asıl amaç, kırmak dökmek değildir. Tatlı sert bir üslupla, belediye hizmetlerinde görev alan ya da alacak olan bir kısım bazı başkanlarımızın makam hırslarının, gözlerini kör etmesi sebebiyle, göremediklerini, ya da biz vatandaşların yaşantıları esnasında tespit ettiklerini, gözler önüne sermektir. Genel olarak işin içinde olanlar kendi yanlışlarını göremezler. Dışarıdan bakanlar, yanlışları daha iyi tespit edebilirler. Bu nedenlerle danışmanlık müessesesinin devreye girmesi çok anlamlı ve çok olumlu bir hareket olarak karşımıza çıkar. Danışman ilmiyle, irfanıyla, işini bilen; değerli, akl- ı selim sahibi kimselerden seçilmelidir. Tek kelime ile danışman denilen kişinin, danışılacak yapıda bir teknik eleman, konusunda uzmanlaşmış bir bilen kimse olması gerekir. Bu düşüncelerle diyebiliriz ki:

           -Danışmanlık müessesesinin dejenere edilmemesi/ bozulmaması esastır. Kendisine karşı sesi yüksek çıkacak olan kimselere danışmanlık verilmesi

(bir zamanlar bunları da duyduk. Çok fazla danışmanla çalışanların dedikoduları yapıldı. Amma yalan. Amma doğru. Televizyonlardan haykıranların sözlerinden naklederek yazıyoruz. Olmuş mudur? Olmuştur. Olabilir. Olabilecektir. Ancak “doğrusu nedir” denildiğinde, bu kadar fazla danışmanın belediyelerde odalarının olduğunu düşünmek bile, bu işlerin artık sulandırıldığının görüntüsünü vermesi açısından, önem arz eder. Fısıltı gazetesi vasıtasıyla/ internetten onlarca(hatta yüzün üzerinde) danışmanlı başkanlar konu edildi. Doğrudur ya da eğridir bilemeyiz. Ancak söylenilenlerin gölgesi de olsa; iftira mahiyetinde abartılmış da olsa; belli sayıları aşan danışmanları tutan başkanların, tarih boyunca bu millete, lüzumsuz harcamalarından dolayı, hesap vermeleri gerektiğine inanıyorum.)

söz konusu olduğunda; danışmanlık müessesesinin dejenere edildiğini söyleyebiliriz. Böyle saçma sapan danışmanlıkları insanlarımızın takip ederek; bu yozlaşmış danışmanlıklara, kesinlikle karşı çıkmaları gerekir. Bu bir şekilde milletin parasını şahsi itibar sağlama ve gelecek seçimlerde kazanmanın yolunun açılmasının bir şekli olarak görülmesi anlamı taşır ki, bunun takip edilmesi çok önemlidir. Tabiidir ki bu çarçur etme sebebi ile de milletçe lanetlenmelidirler. İnsan içine çıkamamalıdırlar. Ne demek? Sen çarçur etmek üzere harca; ben af edersiniz ağzımı açıp bakayım. Olmaz böyle bir şey. Hesap soracaksınız. Demokrasinin tüm nimetlerinden faydalanarak, paralarınızın harcandığı yerlerin hesabını soracaksınız. “Nereye harcadınız paralarımı” diyeceksiniz. Başkanlık yapmış eski başkanlardan bazılarının seslerinin yükseldiğini duyar gibiyim:

           -Bekara kadın boşamak kolay gelir. Başkanlık yaptın mı ki böyle atıp tutuyorsun?

           -Evet! Başkanlık yaptım diyeceğim. Kitabımın tümünü okuduğunuzda yaptığım başkanlığın nasıl bir başkanlık olduğunun idrakine varacaksınız. Başkanlığı tüm başkanlarla birlikte yaşayarak; eksikleri, fazlaları, eğrileri, doğruları ile kitabıma aktarabildim. Tüm yanlışlarda ben orada başkandım. Tüm doğrularda ben orada başkandım. Başkanların yanı başında, gölgeleri idim. Çünkü ben vatandaştım ve yapılan tüm hizmetlerin muhatabı olan bendim.

           “Başkanlık yaptın mı” diye soruyorsunuz; “evet başkanlık yaptım” demek suretiyle sorunuza cevap vereceğim. Aksi takdirde, konuşma hakkımın olmadığını ifade edeceksiniz. Buna karşılık ben de “evet, başkanlık yaptım; hem de aklınızın alamayacağı kadar güzel başkanlık yaptım” diyeceğim. Çünkü ben vatandaşım ve hukuki kurallar çerçevesinde, başkanlar, vatandaş olarak bizlere hizmet için o makamlarda oturmaktadırlar.

           Şeffaf  başkanlık  kitaplardadır. Dillerdedir. Ancak tatbikatta  “şeffaf başkanlık nedir? Yenilir mi? İçilir mi?” diyen olmadığı için, siyaset arenalarında şeffaf başkanlık dile getirilir. İş tatbikata geldiğinde, ketumiyet başlar. El altından iş bağlayanlara şahit olanlar; kayırmaları görenler; kıyak çekmeleri tespit edenler, memleketimizin çeşitli yerlerinde, alabildiğince çok olan benim gibi vatandaşlardır.

           “Evet! Başkanlık yaptım” diyorum ve tilki gibi arkama korkakça bakmıyorum. “Alnım ak; yüzüm pak başkanlık yaptım.” diyorum. Zira kimse karşıma çıkıp da:

           ”Başkanım sen beni yaptığın veya yapmadığın şu, şu, şu işlerle zarara uğrattın.” diyemez. Çünkü ben onların bu hesaba çekmelerini, tüm başkanların bir adım gerilerinde ve başkanların faaliyetlerini kuş bakışı seyrederek, başkanlığa gelirken hesapladım. Ona göre de hizmet verdim. Daha doğrusu hizmet vermeğe çalıştım. Zira hizmette sınır olmaz. Ne versen bu millete değer. Ne versen bu millete yerine ulaşır. Ne kadar çaba göstersen, yine de yapamadığın işler mutlaka kalacaktır. Ancak “çalıştım” diyebilmek, çalışan belediye başkanlarının hakkıdır. Bu çalışmalar sonunda başkana geri dönen sadece, çevresindeki insanların eski başkanlarını gördüklerinde, verdikleri içten selamlarıdır. ”Allah razı olsun” demeleridir. Size yaptıkları dualardır. Sohbetlerinde, sizden övgülerle bahsederken, gülen gözlerinden saçtıkları, pozitif duygularıdır.

          Temennim odur ki; tüm belediye başkanlarımız ve başkan adaylarımız; bu manevi hazları tatmak, yardım etmenin, insanlar için uğraşmanın, didinmenin ne kadar zevkli bir iş olduğunun idrakine varmak üzere; görev alırlar. Bu görevlerini de böylece sürdürürler.

           Başkanlık yaptığım sıralarda, icraatın içinden gelen kişi olarak söylediklerimin bazılarını yapamadığım, ya da yetiştiremediğim, düşüncede kalan faaliyetlerim elbette olmuştur. Her başkanın da olacaktır. Ömür uzun, başkanlık kısadır. Ne kadar sıkıştırılabilirse sıkıştırılıp; işlerin bitirilmesi taraftarıyım. Böyle de yaptım. Yaptıklarımda % 100 başarılı olabildim mi? Hayır. % 100 başarı ütopik(hayali/ gerçekleşmesi mümkün olmayan) bir terim olarak kalmaya mahkumdur. Hiç kimse, ben işlerimin tamamını başarı ile bitirdim diyemez. Bir kısım işlerinin tamamlanamaması söz konusu olabilir. Zaman zaman çok çalışkan başkanların da hatalı işler yapıp; belediyesinin bütçesini zarara uğrattığı projeleri olabilir. Hiçbir başkanı seçerken, bu başkan dört dörtlük, mükemmel bir kimsedir diye seçemeyiz. Bu yanlış bir mantıktır. Çok çalışkan başkan adayı/ başkan olabilir. Ancak mükemmellik biz insanlar için biraz iddialı bir kavramdır. Ne kadar mükemmel olsak da, yine de yarım bırakabildiğimiz işler olabilir. Yine de yanlış yaptığımız bazı işlerimiz olabilir. Yapılan bu yanlış işlerin de, belli toleranslar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Neden derseniz, yukarıda bahsettiğim, mutlak mükemmelliğin olamayacağı düşüncesi ile böyle bir hükme vardığımı belirtmeliyim.

           “Hiç hata yapmaz” diye seçtiğimiz bir belediye başkanını hatırlamıyorum. Hata olacaktır. Kul hatasız olmaz. Ancak yapılan hataların, kendi bütçemizi idare ederken yaptığımız hatalar gibi, olmaması gerekir. Zira kullanılan para müvekkillerin parasıdır. Diğer bir ifadeyle, başkanları iş başına getiren, onlara işlerin yürütülmesi için oylarıyla bir süreliğine vekalet veren seçmenlerin parasıdır. Bu nedenle işlerin yapılması esnasında, kendi paramızı harcadığımızda gösterdiğimiz dikkatten kat kat fazlasını göstermemiz gerekir.

           -Atalar sözüdür. “Boğaz kırk boğumdur; düşünde konuş” derler. Bu söz çerçevesinde, başkanların da kırk kere düşünüp; kırk kere danışıp; buna göre hareket etmeleri gerekir. Yapılacak iş:

           1-) Garabetten uzak değilse, işe başlanabilir.

           2-) Götürüsü getirisinden fazla değilse/ aşırı maliyetli değilse; faydasını aşacak zararları yoksa, işe başlanabilir.

           3-) Kanunun öngördüğü, “mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla” ifadesinin kapsamından uzak değilse, işe başlanabilir. Netice olarak bu prensip çerçevesinde:

           4-) Sadece bir özel grubun hizmeti için yapılacaksa vazgeçilmelidir.

           5-) Hitap ettiği kitlelerin azlığı söz konusu ise; geniş kitlelerin istifade edemeyeceği bir özellik taşıyorsa; harcanan paranın yerini bulmayacağı düşüncesiyle, bu çeşit yatırımlardan, başkanlar vazgeçmelidirler.

           Başkanların, hemşerilerinin hizmetine sunulacak işleri, genellikle, önceliği olan işler olmalıdır. Her başkanın, işe geldiği günden itibaren tuttuğu/ tutacağı, “ACİL İŞLER LİSTESİ” mutlaka vardır. Bu listenin “mahalli müşterek nitelikte olmak şartı” aranarak yapılan sıralamasında, en acil ve en çok kitleye hitap eden işlerin ilk sıralarda olması gerekir. Zira başkanlara verilen paralar gösteri formunda, “desinler” diye yapılan işlere yatırıldığında, bir de kullanım azlığı söz konusu ise, tamamen boşa gitmiş emek ve paralar anlamına gelir ki; başkanlar bu tür yanlış işlerden, vebadan kaçar gibi kaçmalıdırlar.

           Genel olarak yapılan işlerin etraflıca düşünülmeden, akla ilk geldiği gibi yapılması durumunda, atıl kalan, lüzumsuz yatırım damgasını yemekten kurtulamayan işlerin; nesiller boyu esefle hatırlanacağı muhakkaktır. Bu nedenlerle acil işler, çoğunluğa hitap eden işler, ön sıralarda yapılır; zaman ve maddi imkanlar elverirse; acil işlerin yapımları bittikten sonra, ufak gruplara hitap eden işlere de para harcanabilir. Bunun anlamı:

           “Hayat standardımız yükselmiştir. Bundan böyle, belediyeliğimiz sınırları içerisinde, “mahalli müşterek nitelikte olma şartı” yanında, ufak grupların/ küçük birimlerin işlerine de para ayırabilecek imkanlarımız vardır; demektir.   

           Belediyeliğinizde, insanların aç biilaç olduğunu bildiğiniz halde tenis kortları yaparsanız; bunu her zamanda ve her zeminde suratınıza şamar gibi vururlar. Zira siz, açlar için aşevleri açmamışsanız,

(burada açlıktan kastım, yaşlılıktan ve kimsesizlikten, iş yapmaya takati bulunmayanların açlığıdır. Düşününüz ki, yaşlı karı koca, yürümeye mecalleri/ güçleri olmadığı gibi, bakacak hiç kimseleri yoktur. İş yapamadığı için sokaklarda çaresizliğe terk edilmiş güçsüz kimseler bulunabilir. Burada aşevlerinden kasıt, bu tür gariplerin korunmaları, ihtiyaçlarının giderilmesi gayesiyle yapılan çalışmalardır. Açlar için denildiğinde, parazit misali yaşama arzusunda olanlara, bedava yemek dağıtılması kastedilmemektedir. İhtiyaç sahibi güçsüzlerin bakımları ve yedirilip içirilmeleri, o belediyelik sınırları içerisinde yaşayan, istisnasız, tüm hemşerilerin insanlık görevleridir.)

işsizler için yatırım yapmaktan tutun; kanunun öngördüğü, resmi/ özel kuruluşlarla yatırımlar konusunda işbirliği yapmamışsanız; keyif için güzellik salonları açmanız/ açtırmanızın, buralara paralar harcamanızın hiçbir değeri yoktur. Bu ifadeler çerçevesinde, başkanlarımız da yaptıklarının doğru ya da eğri olduğunu, işe başlamadan hesaplamalıdırlar.

           Bir belediyeliğin, her türlü ihtiyaçları olabilir. Bunları belediye hizmetleri olarak yapmak, başkanların asli görevlerindendir. Bu görevlerin önceliğini listelere geçirirken, tüm yetkili teknik elemanların fikirleri; “akıl akıldan üstündür” atasözü çerçevesinde, kendi konularındaki görüşleri alınarak; en iyiye, en doğruya, en güzele ulaşmak üzere “acil işler listesi” düzenlenir.

           Bu kitap elinizde olması gerekenle, olmaması gerekenlerin sadece bir kısmını içine alacaktır. Tamamını yazdığımı ifade edersem, yanlış olur. Gördüklerim, tespitlerim, olması/ olmaması gerekenler ile bu değerlendirmeleri yazmış bulunmaktayım. Göremediğim/ tespit edemediklerim ile olması/ olmaması gerekenleri bilmeden ve istemeden, yanlış değerlendirdiğim konular da olabilecektir. Hiçbir konuda, kasıtlı olarak, yanlış yazmadığımı bildiğim için, olabilecek ufak tefek hatalarımın affını da dilemek boynumun borcudur. Eksiklerimin olması tabiidir. Zira mükemmel olduğumu, hiçbir zaman iddia etmedim. Edemem de. Zira hiç kimse mükemmel olmadığı gibi; ben de mükemmel değilim. Noksanlarımla birlikte bu satırları yazmaktayım. Mükemmel insan yoktur, dereceli olarak, mükemmelliğe doğru yol almış insanlar vardır.

           Yaşamım esnasında muzdarip olduğum konuları dile getirmek için yazmaktayım. Bir belediyelikte yaşayan, sıradan bir vatandaş olarak yazmaktayım. Okuyucuların tespit ettikleri noksanlarımı tamamlamaları da, bir noktada, bu yazılanlara destek mahiyetinde olacaktır. Bazı kimseler de, yanlışlarımın düzeltilmesi adına yazabilirler. Zira yazdıklarımın yanlışlığını bildirirlerse, o zaman benim de bu yazılanlarda yaptığım yanlışları/ atlamış olduğum konuları düzeltme şansım olacaktır.

           Aklıma gelmeyen birçok mesele olacaktır. Bu tür bilgim dışında olup ta; yazmadığım konularda tüm başkanların görevlerini yerine getireceklerine, yazılmayan konularda da çalışmalar yapacaklarına inanmaktayım. Böyle de olması gereklidir. Bizim aklımıza gelmeyen bu tür konularda, bir kısım başkanlarımızın habersiz/ kayıtsız olmaları sonucu, ileride gündeme getirilip; kitaplaştırılacak meselelerin olacağı da bir gerçektir. Analar ne yiğitler doğurmuştur. Gördüğümüz, ya da görmediğimiz; tespit ettiğimiz, ya da edemediğimiz nice yiğit başkanlar mutlaka olmuştur; olacaktır. Çok güzel işlere imza da atmışlardır; devamlı da atacaklardır. Bu düşünce ile mükemmel başkan örneklerini vererek yazılacak bir kitabın tamamlanması halinde, kitabın başlığının “Başarılı Belediye Başkanları ve Eserleri” olması gerekir. Böyle bir çalışmayı yapacakları da şimdiden kutlarım. Zira başarılı belediye başkanlarının öne çıkarılması, gelecek başkanlara şevk verir; güç verir; çalışma azim ve kararlılıklarını artırır. Diğer başkanların örnek alacakları faaliyetlerin kayıtları tutulmuş; daha sonra gelen başkanların çalışmaları esnasında, mukayese edebilecekleri faaliyetler dizisi, göz önüne serilmiş olur. Güzel çalışmaların öne çıkarılması; gözler önüne serilmesi esas olmakla birlikte, tatbikatta bu böyle olmamaktadır.

(Hatırlarsınız. Televizyonlarımızda hayır sahiplerini köşe bucak saklarlar. Çoğu zaman yerimde duramamış; bağırmışımdır: “İnsaf be kardeşim! Bu insan suçlu mu ki, bir satır konuşma fırsatı vermiyorsunuz. Suçlu gibi kıyıda köşede göstererek haber yapmaya çalışıyorsunuz. Kameramanınız bir kare olsun bu yardımsever insanları göstermiyor. Bu kimseleri suçluymuş gibi, konuşturmuyorsunuz. Konuşturun ki yardım etme gayelerini anlayalım. Konuşturun ki, bu gayeleriyle örnek teşkil etsinler, diğer insanlarda bu hayırsever kişileri örnek alsınlar. İçlerindeki yardım etme potansiyellerini zorlasınlar.”

           Bırakınız bu misali. Çocuk yuvalarındaki dayak programlarına bakalım. Suçluların,  dayakçıların yüzleri kapatılıyor. Çocukların yüzleri açılıyor. Pes doğrusu gerçekten pes! Çocukları deşifre ediniz. Suçluları deşifre etmeyiniz. İnsan hakları(!). Suçluyu da koruyacağız, güya, adalet havariliği! Nasıl insan hakları bunlar? Söyletmeyin beni. Böyle insan hakkı diye diye, haklıyı haksız, haksızı da haklı duruma getirmiş olmuyor musunuz? Suçluları teşvik etmiş olmuyor musunuz?

           Yüzünü sakladığınız suçlu, yakınlarının yüzüne bakacak durumda, zira deşifre edilmemiş; dayak yemiş çocuklar arkadaşlarının yüzüne bakamayacak durumda, zira boy boy o zavallı mağdur çocuklar, her halleri ile gösterilmiş. Nerede adalet duygusu? Saklanması gereken çocukların yüzlerini bırakınız; ana babalarını da görüntüleri ile ortaya saçıyorsunuz. Nerede insanları koruma duygusu? Nerede insan hakları? Nerede adalet? O küçücük çocuk büyüdüğünde önüne çıkmayacak mı bu resimler? Çıkacak. Nerede kaldı insan hakkı? Zulme uğratan gizlendi ki, bir daha utanmadan zulmünü yapsın diye mi bu mantık şaşırtan insani(!) duygu? Bu olayların müsebbibi olan ve bu yanlışları yapanların yüzlerini, bu sıraladığımız mahzurlar ortaya çıktığında, görmek isterdim doğrusu.)

           Bu konuda kitap yazacak kimse çıkmazsa; “Başarılı Belediye Başkanlarımız ve Övülmeyi Hak Ettikleri Eserleri” kitabının yazılması için araştırmalara başlanılması vaktinin geldiğini ümit ederek, çalışma bizden diyebilirim. Bilinen bir gerçek vardır. Bunu ülkemiz sathındaki, çoğu belediyelikte görmüş; şahit olmuşuzdur. Bir önceki belediye başkanının başlattığı bir işi, yeni gelen belediye başkanı köstekler, yarım bırakır, az da olsa, bir kısmını tamamen rafa kaldırır. Zira yapılacak işe:

           “Usulsüzdür” denilebilir.
           “Bütçemiz yetersizdir” denilebilir.
           “Yapılacak iş lüzumsuzdur” denilebilir. Netice olarak, birçok sebepler ortaya konularak, önceki dönemde yapılmış olan işler, geri bırakılabilir/ kısmen/ tamamen/ hiçbir zaman yapılmamak üzere rafa kaldırılabilir. Durum böyle mi olmalıdır. Hayır. Asla! Bu tür davranışların hiçbir kitapta/ kanunda yeri yoktur. Başkanlık makamı gelip geçici, makamdayken yapılacak olan işler daimidir. Bu nedenle, işlerin devamlılığı söz konusu olmalıdır. Başkan değişti, işler tamamen durdu, yeni işler başlasın mantığı yanlış, yanlış olduğu kadar da israfçı bir yaklaşımdır. Kul hakları doğurması nedeniyle, tüm başkanların bu tutumlarını tamamen değiştirmeleri gerekir. Hedef:

           “İşler ne zaman başlamış olursa olsun, mutlaka bitirilecektir” olmalıdır. Yine hedef:

           “Milletin parasının çarçur edilmesi pahasına, bir önceki başkan zamanında başlamış olan işler yarım bırakılamaz” olmalıdır.

           “Her yiğidin yoğurt yemesi başkadır” demiştik. Biz de, bazı hususlara, hiç değinmeden geçmiş olabiliriz. Bu durumda yapılacak olan, kitabımızın yayımlanması sonucu, eğrilerimiz ve doğrularımız da dahil olmak üzere yazacağınız ve bu konularda yazan herkesi, ileri günler için yönlendirecek, gayrete getirecek olan, mektuplarınız, ya da göndereceğiniz mail’lerinizdir.

           Bir hususu açıklamamda fayda var sanırım. Konuları işlerken, bazen, parantez açmak durumunda kalıyorum. Bu parantezleri açmamın sebebi, konu ile ilgisi olmayan, ancak zihinlerde oluştuğunu tahmin ettiğim soruları, zaman geçirmeden, ilaveler şeklinde, parantezler içinde açıklayıp; zihinlerde soru bırakmamayı tercih ettiğim içindir. Bu vesile ile yeni bir tatbikatı gündeme getiriyorum. Bazı kitaplarda parantez açılır. Okumaya devam edersiniz. Bu parantezin sonu neresidir bilinmez. Bir sayfa, iki sayfa, üç sayfa sonra karşınıza bir parantez kapatma çıkar ki, tereddüde düşersiniz. Konu belki de dağılmıştır. “Acaba nasıl oldu da bu sayfaya kadar geldim.”  dersiniz. Geri döner, parantezin nerede başladığını bilmek istersiniz. Satır aralarında açılan parantezi ararsınız. Bu arada konunun bütünlüğü bozulur, bu nedenle okumanın zevkinin kaçtığını da zaman zaman yaşamışızdır/ yaşarsınız.

           Neticede, “uzun açıklamalı her bir parantezi” başında ve sonunda bir satır atlamak sureti ile kendi başına bir paragraf/ paragraflar gibi ayırarak yazacağım ki, sınırları belirtilmiş olsun. Okuyanlar bir bakışta parantezi görebilsinler.

           Bazen böyle parantezleri okumadan geçen okuyuculara da rastlanabilir. Bu tür okuyuculara da kolaylık olması açısından faydalı olacaktır. Parantez içerisindeki açıklamamı okumak istemeyen okuyucu, derhal parantezi belirtilmiş o paragrafı/ paragrafları atlayabilir. Tabiidir ki, böyle bir tatbikata:
 
           -Kardeşim kurallara aykırı. Herkes kendi başına böyle kaideler koyarsa;

(ki bir zamanlar oturduğu yerden kelime uyduranları ve kelime uydururken, yanında ki mesai arkadaşının “amma attın ha!” dediğinde, “sen de uydur” diyenleri de gördü bu millet.)

edebi yazıların hali ne olur? diye feryat etmeye başlayanlar olacaktır. Bağırabilirler. Ben faydalı olur diye böyle bir kaideyi koyuyorum. Kitap okurken uzun parantez sıkıntısını çektiğim için, bu tatbikatı getiriyorum. İtiraz edenlere de saygım sonsuzdur. Onlar da haklıdır. Bu nedenle bu tatbikatı “yazanın kuralıdır.” diye kabul ediniz lütfen!

           Mantık hesabıyla, herkes savunduğunu, haklı kabul ederek savunur. Benim için de böyle bir “yoğurt yeme şekli” doğrudur. “Bu da benim hürriyetimin sınırları içerisindeki bir haktır.” diye düşünüyorum.

           Tüm belediye başkanlarımıza, belediye başkan adaylarımıza, belediye başkanlığı yapmış eski başkanlarımıza, muhasebe yapmaları gayesi ile, “bir vatandaşın istekleridir” mantığı ile bakarak; çalışma kılavuzu hüviyetinde olabileceğini düşündüğüm bu kitapta yazılanların, faydalı olabileceği konularda, ele alınır olması dileklerimle…

           Kitabımın hazırlanması için, bilgisayar konusunda eğitimimde, yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen, Oğlum, Fizik Mühendisi, Yazılım Uzmanı, Salih Murat Sezgi’ye yazdığım bu satırlarda teşekkürü bir borç bilirim. Desteklerini esirgemeyen Kızım ve Eşimin de, güzelliklerle dolacak hayatlarının mutlu ve mesut geçmesi dileklerimle…

           Saygılar sunuyorum...20.03.2009- 02:27