Gönderen Konu: ATASÖZLERİMİZ/ VECİZELER/ GÜZEL SÖZLER/ TEKERLEMELER(4)  (Okunma sayısı 22903 defa)

is

  • Ziyaretçi
ATASÖZLERİMİZ/ VECİZELER/ GÜZEL SÖZLER/ TEKERLEMELER(4)

"Çırakları olmayan millet, sanayi kuruluşlarından mahrum kalmaya mahkûmdur." 16.08.2006 21:47

"İyi yetişmiş çırakları olan millet, sanayini geliştirebilme gücüne kavuşmuş demektir." 16.08.2006

           Genel anlamda "sanayi kuruluşlarında çalışanlar" ifadesinin içerisinde, çıraklar, kalfalar, ustalar, teknisyenler, teknikerler, mühendisler, patronlar bulunmaktadır. Bunların varlığı ile sanayi kuruluşları kurulur ve üretimlerinin devamlılığı sağlanır. Bu silsiledeki bir grubun olmaması demek, sanayi kuruluşunun topal olacağı anlamına gelmektedir.

           Bir hususun dikkatlere sunulması için başlıktaki söz sarf edilmiştir: “çırakları olmayan bir millet, sanayi kuruluşlarından mahrum kalmaya mahkûmdur.” Sebebine gelince, bilinen bir gerçekten hareketle, her usta, bir müddet önce kalfadır; her kalfa da bir müddet önce çıraktır. Ustalar çıraklıkla başlayıp; kalfalığa oradan ustalığı geçen kimselerdir. Bu silsileden gelen ustalarımız ile sanayi kuruluşları ayakta kalır. Hiç ustası olmayan bir sanayi kuruluşu düşünülebilir mi? Hayır düşünülemez. Zira bu silsilenin başı olmadığında, sonunun da olmayacağı bir gerçektir.

           Çıraksız bırakılan bir millet görmek isterseniz, lütfen kendimize bakışlarımızı çevirelim ve çırak okullarının kapanmasına sebep olmuş bir milletin görüntüsünü kendi milletimizden alalım. Sebepleri üzerinde tartışmak bizim buradaki konumuzdan biri değildir. Ancak yapılanların neticesini anlamadan/ araştırmadan/ ilgililerle tartışmadan, doğrudan doğruya kanunlarla alınan değişikliklerin kimlere zarar vereceği/ nerelere kadar zararlarının ulaşabileceği hesaplanmadan yapılan kanunların zararlarını tatbikatta görebiliriz. Bir zamanlar alınan bir karar sonucu kaleme aldığım bir şiirimi(tekrara düşsem de), buraya tekrar ve aynen kopyalıyorum:   

“SEKİZ YIL
18.08.2006-13,33


           Bu satırlar, memleketin durumunu bilmeden, bilselerde inadına karar alan bürokratlara, ithaf olunur.

           Çıraklığa giderdi, ilkokuldan sonra çocukları,
           Olurlardı tornacı, motorcu çırakları.
           Bir boğaz eksilirdi babasının sırtından,
           Yerdi çırağımız dükkânda, yemeğini patrondan.

                      Engelleri beş yıldı, fakir babalarının.
                      Suya düştü hayâlleri garip analarının.
                      Çünkü çıktı ilkokullar sekiz yıla âniden,
                      Bir boğaz eklendi altı yıl daha haybeden.

           Ellerinden ne gelirdi babalarının,
           Boynu büküldü çâresiz garip analarının.
           Açamadı kimselere derdini işsiz babalar,
           Geçmiyordu ellerine, hamallıktan paralar.

                      Orta bitti, eh artık lise de bitsin derdi,
                      Evlâdını liseden, zorla mezun ederdi.
                      İşsizlik var; sanatkâr da olamadı zâten,
                      Boş gezenin boş kalfası, oldu evlât ezelden.

           Memleketin sanatkârları bitmiş ne yazar?
           Yeter ki okusun evlâtlar dokuza kadar.
           Kalifiye eleman, sanatkâr yok memlekette,
           Fabrikalar kapanmış, kimin umurunda bu dert de. 17.11.2014 13:13”

           Burada anlatılmak istenen sanırım anlaşılmıştır. Sekiz yıla çıkan mecburî eğitimin, memleketimiz sanayiinde istenmeyen durumlara düşmemize neden olduğu gerçeğini, kimse inkâr edemez. Çırak bulmak imkânsıza yakın hâle gelmiştir. Sanayiciler çâresizdir.

           Mecburî eğitimin 8 yıla çıkarılması, araştırılarak ve yıllara kademeli olarak yayılarak ortaya konulsaydı, sanayicilere verdiği hasar bu kadar büyük olmayacaktı. Bu nedenle, bilhassa bürokratların olur olmaz, yanlışlara yelken açılmış meselelerde, memleket menfaatleri göz önünde bulundurularak acele etmeden etraflıca araştırılarak karar alınmasına vesile olmaları gerekir. Zira bürokratların konumları ve görevleri itibariyle, olaylara tarafsız yaklaşmaları gerekmektedir. Siyâsîlerin yönlendirmeleri ile memuriyetlerini sürdürmeye çalışan bürokratlar(30 yıllık bürokrasi tecrübemle yazıyorum), kusura bakmasın yerlerini hak etmeyen bürokratlardır. Bürokrat doğru bildiği konularda, her yerde ve her zeminde, doğru bildiği konuları savunabilecek cesarette olmalıdır. Cesâreti yoksa, hiç olmazsa, makamını bırakabilme cesaretini gösterebilmelidir. Aldığı telefonlarla yönlendirilerek hizmet veren bir bürokrat, tiyatro sahnesinde oynatılan kuklalar mesâbesindedir. Bu şekilde yönlendirilmeden doğru bildiğini yapabilen bürokratlara memleketimizin çok ihtiyacı vardır.

           Saygılarımla… 20.11.2014 14:33

*-*-*-
           
Açın karnı doyar, gözü doymaz.

           Aç insanlar, ne kadar yerlerse yesinler, aç kalmaktan ileri gelen bir alışkanlıkla, kendilerini daima aç hissederler. Zira yıllar boyu açlık çekmek onların zihinlerinde öyle yerleşmiştir ki, bol buldukları yemekle karınlarını doyursalar da, geçmişte çektikleri açlık nedeniyle, çok yemezlerse aç kalacak hissine kapıldıkları için, kendilerini, yemek konusunda engelleyemezler. Kıtlıktan çıkmış gibi yemeleri de, "gözlerinin doymaması" olarak ifade edilir.

           Buradan çıkarılması gereken, açlık çeken kişilerin yaşadıklarını, tok insanlar anlayamazlar. Zira açlığın ne olduğunu bilmemektedirler. Açlık öyle bir tesirle insanları kavrar ki, yiyecek bulduklarında dahi, açlık çekenler, sanki buldukları yiyecekler bitecek, kendileri yine açlıkla baş başa kalacaklarmış zannıyla, yediklerinin sınırını bilemezler. Bu durum, gözlerinin doymadığı ifadesiyle anlatılmak istenir. Bu sözden anlaşılması gereken:

           Açlığın tüm insanlar için felâketin habercisi olduğu gerçeğini herkesin bilmesi/ tahayyül etmesi, diğer insanların aç kalmamaları için gayret göstermeleri gerekir. Zenginlerin elde ettikleri maddî imkânları, yardım amacıyla kullanmaları, kazançlarının 2/40' lık/ % 5' lik  kısmını, kazançlarının zekâtı olarak vermeleri gerekmektedir. Bu şekilde hareket edildiğinde, her ne kadar çalışmış da olsa kazancı az olan kimselerin, varlıklı kimselerdeki hakları olan kısmının, sahibine iadesi olarak düşünülebilecek olan zekât müessesesinin, uygulanmasının ne kadar önemli olduğu bilinmelidir.

*-*-*-                         

Aç koynunda çörek eğlenmez.

           Aç kimse bulduğu yiyeceği yemeden duramaz. Zira açların, yiyecek bulduklarında, karnını doyurması, en tabii bir hareket tarzıdır. Aç kimseye verilen çöreğin, daha sonra yenmesi tembihlenmiş/ bir başkasına verilmesi istenmiş ise, bu çöreği aç kimsenin koynunda eğlemesi/ bekletmesi/ saklamasının düşünülmesi hatadır. Zira karnı açtır ve tabii olarak yemesi esastır. Yememesi için çok büyük bir nefis mücadelesi ile karşı karşıya kalacaktır. Bu mücadeleyi kazanamayacağı da, çöreğin, aç kimsenin koynunda eğlenmeyeceği ifadesiyle, atasözümüzde çok güzel bir anlatımla gündeme getirilir.

           Buradan çıkarılması gereken, bir kimseye bir iş/ emanet verilirken, bu güzel söz çerçevesinde hareket edilmesinde fayda vardır. Zira açgözlü bir insana bir emanet verilmesi, aç kimseye çörek verilmesi gibi düşünülür. Herhangi bir işe girişirken de, aç insan gibi düşünebileceğiniz, ehil olmayan kimseye imkân tanımak da, çörek teslim edilen kimse gibi yapılacak işin üstesinden gelemeyebilir.

*-*-*-     

Adamak kolay, ödemek güçtür.

           Adak, bir şeyin olması/ olmaması için adanan, herhangi bir vaadin/ bir hediyenin yerine getirilmesidir. Adak adayan kimse, adanmış olan adak miktarı kadar borçlanmış demektir. Bu nedenle herkesin bilmesi gereken bu kaide, insanların bol keseden adak adamalarının önüne geçmek(şahsî kanaatimdir), dolayısı ile boş vaadlerde bulunmanın yanlışlığının anlaşılması, anlamını ifade eder.

           Adak, bilindiği üzere, inanmış kimselerin, Allah(c.c.) rızasını kazanmak için yapılan bir vaaddir. Bu nedenle, Kurban bayramlarında/ adak olarak, kesilen kurbanların, “Bismillah Allahu Ekber” denilerek kesilmesi esastır.

           İnanmamış kimseler de adak adayabilirler mi? Elbette adayabilirler. Tabidir ki, bu adamanın kim hesabına neden yapılacağı, bir diğer kişi tarafından bilinmesinin mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle, böyle bir adak usulü, inanmamış kimsenin, kendi düşünce potansiyeline bağlıdır. Bu kimselerin şu/ bu sebeple adak adadıklarını ifade etmek, diğer kişilere düşmemektedir. Bilindiği üzere, adak adanırken:

           -Şu işim olursa, fakire şu miktar parayı/ şu hediyeyi vereceğim denilir. Bu şekilde yapılan adakların asıl gayesi, imkânları olan kimselerin imkânlarının, imkânları kıt olanlara aktarılarak “sosyal adalet” in sağlanması olarak düşünüldüğünde, çok muhteşem bir yardımlaşma sisteminin olduğunu bilmemiz gerekir. Bu sistemde, fakir insanlara yardım için, adaklar, birer vasıta rolü oynamaktadırlar.

           Atasözünde belirtildiği üzere, adakların yerine getirilmesinin güçlüğüne vurgu yapılmaktadır. Zira zor zamanında adak adayan kimse, zorlukların geçmesi halinde, rehavete düşer. Sıkıntısı bitmiştir. Rahata ermiştir. Sıkıntılı haldeyken vaad ettiği adağını, belki de, unutmuştur. Bu nedenle atasözünde güçlüğü belirtilen, adak adama işleminin, vaad edildiği şekilde yerine getirilmesi insanların üzerine bir borç olarak yüklenmesinde fayda vardır. Zira hiç kimse bol keseden vaadde bulunarak borçlu durumuna düşmemelidir.

*-*-*-

“Sen seni bil, sen seni.
Sen seni bilmez isen, patlatırlar enseni.”


           Bu tekerlemenin gerçekliğini yaşantımız içerisinde görebilmekteyiz. Kendini bilmezlere herkes, her zaman bu tavsiyeyi yaparlar. Bu tavsiyenin altında yatan gerçek, kendini bilmezlerin yaptıkları hataların çevreye, diğer insanlara, tüm canlılara zarar verdiğinin bilincinde olunduğunun bilinmesini, kendini bilmezlere ihtar mâhiyetindedir.

           Yapılabilecek işlerin en zor olanlarından biri, kendini bilmek/ kendini sorgulamaktır. Her insan kendini bilmek zorundadır. Ancak kaide bu olsa da, istisnaları da çok olmak üzere, insanların bir kısmı kendilerini bilmedikleri gibi, bilmek için gayret de sarf etmemektedirler. Zira, insanın kendini bilmesi bir meziyettir. Yaşanması gereken bir güzelliktir.

           Kendini sorgulamayı bilen bir kimse, yaptığı hatâların neler olduğunu anlayabilme ve bu hatâlarını düzeltme imkânına sahip olabilir. Bu çerçevede insanların kendilerini bilmek üzere, yaptıklarının bilincinde olmaları gibi bir güzelliği edinmeleri gerekir. Bunun için de, yaşantılarında yaptıklarını sorgulamaları, günlük faaliyetlerinin muhasebesini gece yataklarına yattıklarında yapmaları gerekir.

*-*-*-

Adamın iyisi iş başında belli olur.

           İnsanları anlamanın çeşitli yolları vardır. Bu yollardan biri de adamı iş başında görmektir. Bilindiği üzere çoğu kimse, her işi/ her şeyi yapabileceği düşüncesiyle hareket ederler. Ancak bu düşünce tarzının doğrulamasının yapılabilmesi için ölçü, bu kimseyi iş başında görmektir. İş başında olan kimse, yapacağı işi becerip beceremeyeceğini, ancak iş başında iken belli eder. İş yapmazken, bir kimsenin sözlerinin doğrulamasını yapmanın imkânı da yoktur.

           Bu nedenle insanlar ile münasebetlerinizde, karşınızdaki kimselerin söylediklerinin doğrulamasını, iş başında yaparak, o kimse hakkında karar vermeniz, daha doğru olur. Bu takdirde “lâf ile peynir gemisi yürütenler” in sözlerinin bir anlamının olmadığını bilmiş olabilirsiniz.

           Saygılarımla... 30.10..2014

           DEVAMI: ATASÖZLERİMİZ/ VECİZELER/ GÜZEL SÖZLER/ TEKERLEMELER(2)' DEDİR.
« Son Düzenleme: Mart 16, 2017, 01:16:01 ÖÖ Gönderen: is »