Gönderen Konu: ŞİFALI BİTKİLERİN TARİHÇESİ(1)  (Okunma sayısı 27231 defa)

is

  • Ziyaretçi
ŞİFALI BİTKİLERİN TARİHÇESİ(1)
« : Ekim 02, 2011, 10:59:31 ÖÖ »
ŞİFALI BİTKİLERİN TARİHÇESİ(1)

           “Şifalı bitkilerin tarihi, insanlığın yaratılışından itibaren başlar” ifadesinin doğruluğunu sanırım herkes kabul eder. Zira ilk insanlar da yeme, içme ihtiyacında olduklarından; var oluşlarından beri çevrelerinde, et ve bitki kaynaklarının bulunması kaçınılmazdır. Bu bitkilerin, o zamanlar, tecessüsle/ merak sebebi ile de olsa, yenilmeleri söz konusu idi.

           Şifalı bitkilerin kullanımlarının tarihinin, M.Ö. 3000 yıllarında olduğu fikri, mantık hesabıyla yanlıştır. Dayanaktan yoksundur. Zira, şifalı bitkilerin kullanımlarını tarihle sınırlamak gibi bir hataya düşülmektedir. Zira insanlığın başlangıcının, bitkilerin ve hayvanların varlığından sonra olduğunu ve şifalı bitki kullanımlarının da insanlığın tarihi ile başladığını söylemek, sanırım yanlış olmayacaktır. Öncelikle insanlığın başlangıcı konusunda, elimizde ne gibi bilgiler var, bunlara bir bakalım. İnsanlık tarihinin gelişiminin, Darwincilerin iddia ettikleri şekliyle, 15.000.000 yıl önce, maymunlardan başladığı bildirilse de, tarihlerin tespitlerinde, "yaklaşık olarak", "sanılmakta", "ifade edilmekte" ve "söylenmekte" gibi kesinlik ifade etmeyen kelimelerle ortaya konulması, modern ilmin ışığında, genetik ilminin getirdiği verilere dayandırıldığında, Darwin’ci teorilerin çürütüldüğü, artık bilinen bir ilmi gerçektir.
 
           Birçok ilim adamları da insanlığın başlangıcı konusunda, önceden ortaya konulan teorilerin yanıltıcı/ yanlış yönlerini, şimdiki modern ilmin ışığında tartışmaktadırlar. İlmin geldiği son noktada, bu verilerin yanılgıları, toplanan delillerin hataları, bir kısım ilim adamlarınca ispatlanmak suretiyle, maymunlardan geliş çürütülmüştür. Her ne kadar Darwinci ilim adamlarının ileri sürdükleri delillere, bir kısım ilim adamları, tüm aksi tezlere rağmen, maymundan gelişe sarılıp, aksini söylememek için ayak diremekte ve insanların atası olarak maymunları göstermektedirler. Ancak 15.000.000 yıl öncesinden başkalaşımla bugünkü insan görüntüsüne geldiği ifade edilen insanlık tarihinin hiçbir safhasında ve bugün dahi insanlarla maymunlar arasında benzerliklerden ileri gelen bir kaynaşma söz konusu değildir. Ormanda bir maymun, insan gibi ayağa kalkıp, “sıraya geçin, ben sizin atanızım" dememiştir. Milyon yıllar sonrada demeyecektir. Nedeni çok mantıklı bir şekilde herkesin zihninde canlanmıştır sanırım. İnsanların maymunlardan  türediği Darwin' in fikri, uydurma fosillere dayandırılmış olsa da, fosil ilminin ışığında ve genetik ilmi geliştikçe başkalaşım teorisi çürütülmüştür. Milyonlarca yıl öncesinin fosillerindeki canlıların, zamanımız canlılarıyla aynı yapıda olduklarının tespiti ile, başkalaşım olmadığının ispat edildiği artık kaçınılmazdır.(is)

           Yaradılışa inanan ilim adamlarının ellerinde mevcut en sağlam delillerden biri olan Kur’an-ı Kerim’in, Mü’ min Sûresinin 57. Âyet-i Kerîmesinde, aynen: 

           “Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ancak insanların çoğu bilmezler.” denilmektedir. Kâinatın yaratılmasının ardından nebatat’ ın ve hayvanat’ ın, daha sonra da insanların yaratıldığını ifade etmek, doğru bir mantık olur. Zira bitkisiz ve hayvansız bir dünyada insanların yaşaması söz konusu olamazdı. (is)

           Eski medeniyetlerde şifalı bitkilerin ve baharatların, çeşitli özellikleri sebebiyle, değişik amaçlarla kullanıldıkları bilinmektedir. Bu konuda çeşitli yorumlar yapılsa da en mantıklısı, deneme yanılmalarla insanlar şifalı bitkilerin özelliklerini asırlar boyu öğrenme durumunda kalmışlardır. Birçok acı denemelerle, bitkileri faydalı ve zehirli diye iki bölüme ayırabilmişlerdir. Bu kolay olmamıştır. Birçok insanın bu uğurda canlarından olduklarını söylemek, sanırım yanlış olmaz . Bu basit bir mantıkla ortaya konulabilecek varsayımlardandır. İlk insanların, hayvanlara tuzak kurulmasında ya da ok zehirinde kullanmak suretiyle, bitkilerden faydalanmaya başladıkları bilinmektedir. Böylece yiyecek ihtiyaçlarını karşılayabilmişlerdir. Tedavi amaçlı kullanımlar daha sonraki tarihlerde gündeme gelmiştir.

           Bitkilerle tedavi en eski iyileştirme metotlarındandır. İlk yazılı eserlerde de bitkilerin hastalıkları iyileştirmede kullanıldığına dair ipuçları bulunmaktadır.

           Bu tespitlerden sonra, şifalı bitkilerin kullanımlarının tarihi gelişimine bir göz atalım.

           Şifalı bitkilerin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanların şifalı bitkilerin varlığı ile tanışmaları, insanların var oluşları ile birlikte başlamıştır diyebiliriz. Bu tanışma ile başlayan şifalı bitkilerle tedavi yöntemleri, günümüze kadar süre gelmiştir ve süre gidecektir. Tıp ilminin bulunmadığı zamanlarda bile, şifalı bitkilerle tedavi yapan insanlar hep olmuştur. Günümüzde dahi, bu yöntemler kullanılmaktadır ve ileri tarihlerde de kullanılacaktır. Zira dünyada tıp ilminin ulaşamadığı daha pek çok ülke ve bölgelerde, yirmi birinci asra girdiğimiz bu günlerde bile, şifalı bitkilerle tedavilere devam edilmektedir. (is)

           M.Ö. 3000 yıllarında Mezopotamya’da devlet kuran Sümerler, Akadlar ve Asurlulara ait medeniyetlerde hastalıkların, rahipler tarafından sihir/ büyü/ bitkisel ya da hayvansal ilaçlarla tedavi edildiği, Ninova’ da bulunan tabletlerden öğrenilmektedir. Bu tedavi şekillerinin genelinde, şifalı bitkilerle yapılan ilaçlar bulunmaktadır.

           Hititler, M. Ö. 2000 yıllarında Orta Anadolu’ya yerleşerek bir uygarlık kurmuşlardır. Anadolu ve Mezopotamya' da kurulmuş olan Hitit medeniyeti hakkındaki bilgiler ise, Hitit devletinin baş şehri olan, Boğazköy’ de( Hattuşaş) bulunan, Hitit tabletlerine dayanmaktadır. Bu tabletlere göre Hititler, hastalığı, Tanrı’ nın insanlara gönderdiği ceza olarak gördüklerinden; şifalı bitkiler yanında, büyü/ sihire de başvurdukları bildirilmektedir.

           Hititler döneminde, Anadolu’ da yetiştirilen çörek otu, haşhaş, mazı, safran, gibi bir kısım şifalı bitkilerin kullanıldığını, günümüze kadar bizlere intikal eden bilgi ve belgelerden öğreniyoruz. Şifalı bitkilerle tedavi yöntemleri daha çok Türk, Çin, Hint ve Mısır medeniyetlerinden, diğer ülkelere yayılarak kullanılmaya başlanmıştır. Kutsal kitapların birçok yerinde ve Kur’ ân- ı Kerim’de geçen birçok bitki, meyve, sebze ve baharat isimleri zikredilmektedir. Bu bitkilerin faydaları, şifalı oluşlarının delilleri olarak kabul görmektedir.
 
           Mezopotamya tababetinde kayıtlı reçetelerde, adamotu, alıç, arpa, badem, banotu, buğday, defne, dişotu, hardal, haşhaş, üzüm v.s. bitkiler yer almaktadır. Reçetelerde birçok bitkisel ilaç bir arada kullanılmaktadır. Bu reçetelerde, az da olsa, madensel maddelere de rastlanmaktadır. Hitit tabletlerinde yazılı reçeteler, “böylece hasta iyi olacaktır“ cümlesi ile tamamlanmaktadır.

           Mezopotamya uygarlığına paralel olarak, bu dönemde, Çin ve Hindistan'da da tedavide kullanılan bitkisel ilaçlarda gelişmeler kaydedilmiştir. Hintli bir yazar olan Rig Veda, M.Ö. 2500' lü yıllarda, 1000 şifalı bitki içeren bir eseri kaleme almıştır.

           Eski Mısır uygarlığı tıbbına ait bilgilerimizin temeli ise, M. Ö. 1550 yıllarında yazıldığı tahmin edilen ve Teb şehrinde, bir mumyanın bacakları arasında bulunan, Eber papirüslerine bağlıdır. Yaklaşık 700 Adet bitkisel ve madensel ilâçdan bahsedilen belgelerde, bu ilâçların ve reçetelerin hastalıklarda, âyinlerde ve mumyalamada kullanıldıkları bilinmektedir. Bu papirüslerde en sık adı geçen bitkiler:

           Acımarul, adasoğanı, ardıç, banotu, centiyane, çiğdem, hardal, hintyağı, incir, keten, kişniş, nar kabuğu, safran, sarımsak, soğan, tarçın ve üzümdür. Firavun mezarları olan piramitlerin, inşası esnasında çalışan işçileri mikrobik hastalıklardan korumak için, soğan ve sarımsak verilmesi dikkat çekicidir. Bu uygulamadan, M.Ö. yaklaşık 3000 yıllarında, sarımsak ve soğanın mikroplara karşı tesirlerinin bilindiğinin hükmünü çıkarmak, doğru bir mantık olsa gerektir. (is)   

           Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinden etkilenerek oluşan, Yunan medeniyetinde, tedavi ve bitkisel ilaçlar hakkında çok önemli kitaplar yazılmış ve bu eserler senelerce Avrupa ve özellikle İslâm tıbbına temel teşkil etmiştir. Bu dönemde, M.Ö. 1250' li yıllarda, Eskülap efsanevî bir hekim olmuş, iki kız kardeşi Hygeia ve Panacea'nın da yardımları ile bitkisel tedaviyi hastalarına uygulamıştır.

           Hipokrat İstanköy/ İstanbul doğumludur. Tıp bilgilerini, felsefeden ayırıp ilmi esaslara bağlaması ile öne çıkmaktadır. Bugün hâlâ tıp fakültelerinde mezuniyet törenleri sırasında, tıp fakültesi mezunları, Hipokrat Yemini ile diploma almaktadırlar. Tıpla ilgili 150 kadar eseri bulunan Hipokrat, bu eserlerinde, 400 civarında bitkisel ilâçtan bahsetmektedir. Yine bu çağlarda da şifalı bitkilerin, insanlarda yapmış olduğu etkileri, büyü ile ilişkilendirmek o zamanki âdetlerdendir.
 
           Ortaçağ İngiltere'sinde manastırların bahçelerinde, tıbbi şifalı bitkiler yetiştirilirdi. Bu bitkiler arasında Ortadoğu' dan getirilen şifalı bitkiler de vardı.

           Roma ve Bizans uygarlıkları döneminde, hastalıkları iyileştirmeye, pek gayret edilmediği görülür. Bunun sebebinin de, Tanrı’ nın işine karışmamak felsefesi olduğu düşünülmektedir. Buna göre Romalılar hastalığın Tanrı’ lar tarafından insanlara ceza olarak verildiği kanaatindeydiler. Buna rağmen, Bizans döneminde, Dioscorides ve Galen isimli iki ünlü hekim yetişmiştir.

           Neron ve Vespasien' in ordularında, hekim olarak görev alan Dioscorides, Anadolu ve Doğu ülkelerini gezmiş; tıbbî bitkilerle ilgilenmiş ve elde ettiği bilgileri “İlâçlar Bilgisi” isimli eserinde yayınlamıştır. Bu önemli kitap, ondan sonraki 150 sene, tedavi alanında temel eser olarak kullanılmıştır. Buradan, Anadolu ve Doğu ülkelerinde şifalı bitkilerle ilgili olan kimselerin varlığı anlaşılmaktadır. Dioscorides’ in topladığı bilgilerin, “İlâçlar Bilgisi” kitabını yazabilecek seviyede bol olduğunu göstermektedir. Eserin aslı elde mevcut olmayıp, en eski kopyası Viyana’ da Avusturya Milli Kitaplığı' nda muhafaza edilmektedir. Bu kitabın M.S. 312 de Bizans imparatoru Anicius' un, kızı prenses Juliana' ya hazırlandığı bilinmektedir.

           Romanın diğer meşhur hekimi Galen ise, tedavi hakkında 50 kadar kitap yazmıştır. O dönemde “hekimlerin imparatoru” ünvanını kazandığı iddia edilmektedir.

           Bu zamandan, İslâm uygarlığı' na kadar geçen süre, tıp için karanlık bir çağ olarak kabul edilir. Bu dönemde bitkilerle tedavi bilgileri manastırlara düşmüş, eldeki eserler rahipler tarafından kopya edilerek saklanmışlardır.

           İslâm medeniyeti döneminde İslâm hekimleri, temelde Yunan ve Hint tıplarının bilgilerinden faydalanmış ve özellikle bitkilerle tedaviye çok önem vermişlerdir. Hem çeviriler yaparak, eski bilgileri yenilemiş ve hem de kendi buluşlarıyla, çağın tıbbına önemli hizmetler vermişlerdir.  Şimdi ünlü İslâm hekimlerinden birkaçı hakkında kısaca bilgi verelim.   

           Peygamber Efendimiz (sav), ağız temizliğine ve diş bakımına da çok önem vermişlerdir. Bundan 1400 sene öncesinde, ağız temizliğine dikkatleri çekmiş ve “sofranın bereketi, yemekten önce ve sonra el yıkamakla hasıl olur” Hadis-i Şerifiyle, sağlık için temizliğin şart olduğuna işaret etmiştir. Bu gayeye uygun yaşantısında, devamlı olarak misvakla dişlerini fırçalamışlar, ümmetine bu konuda tavsiyelerde bulunmuşlardır. Misvak Arabistan yarımadasında yetişen "erak" ağacının kökleridir. Lifli yapısı sebebiyle, ıslatılıp ezilerek fırça gibi kullanılır bir hale getirilir. Hem mekanik hem de yapısında bulunan mikrop kırıcı özelliği olan maddeler vasıtası ile, ağızda temizliği sağlayan, ayrıca birçok faydaları olan bir özellik taşımaktadır.

           Türk ve İslâm tarihinde Lokman Hekim, İbn- i Sina, İbn- i Baytar, Ebu Reyhan el Biruni, Davud-u Antâki, Al Gâfikî gibi ünlü hekimlerin, Anadolu’ da yetişen şifalı bitkiler hakkında çeşitli eserleri mevcuttur.

           Saygılarımla...
« Son Düzenleme: Şubat 01, 2020, 12:14:31 ÖÖ Gönderen: is »