Gönderen Konu: GENÇLERLE SOHBET(18) CÜZ' Î İRADE  (Okunma sayısı 15302 defa)

is

  • Administrator
  • Sr. Member
  • *****
  • İleti: 472
GENÇLERLE SOHBET(18) CÜZ' Î İRADE
« : Ekim 14, 2016, 02:30:28 ÖÖ »
GENÇLERLE SOHBET(18) CÜZ' Î İRADE

           NOT: Bu satırları bir dostuma yazdığım şekli ile siteme koyuyorum. GENÇLERLE SOHBET(16) DÜNYAYA GELİP   
                    GELMEMEK ELİMİZDE Mİ? Başlığı ile yazdığım yazımın değişik yorumudur. Bilgilerinize… 

           Sevgili Genç!

           Soruyorsun(bu soruya bizzat ben şahit olduğum ve soru sahibiyle konuştuğum için yazıyorum):

           “Ben doğmadan önce, her şeyi bilen Allah(C.C.) neden bana, dünyaya, fakir bir hayata gelip gelmeyeceğimi” sormadı diyorsun. Senin doğumun elinde değil; Allah(c.c.)’ nun koyduğu kural bu. Dünyaya istemeden geleceksin. Ben isteyerek gelirim diyebilen bir tek kimse yokken, bir kimse çıkar da:

           “Allah(C.C.) bana sordu mu dünyaya gelirken” diye, yeryüzünde çok nâdir görülen/ olmaması gereken bir düşünceyi ileri sürerse, bu kimselerin dünya hayatını anlamadıkları kanaatine varabiliriz.

           Zira hiç kimse “ölmek istemiyorum” diyemeyeceği gibi; hiç kimsenin “doğmak istemiyorum” gibi bir kanaate varmaları da mümkün değildir. Herkes zamanı geldiğinde, doğar; zamanı geldiğinde de ölür. Bu kuraldan hiç kimse uzak kalamaz. Bir tek örnek gösterilemeyecek bir konuda, fikir yürütmek, abesle iştigal etmek anlamına gelir ki, bu normal şartlar altında kabul edilebilecek bir durum değildir.

           İşin aslına bakarsanız, bu soruyu herkese sormaya kalkışan kimselerin uç noktalarda gezdiğini herkes görür ve hayatı anlamadıkları kanaatine varır. Bu kimseler çok nâdir görülebilen kimseler olmaları sebebiyle, uç noktalarda gezmeleri bu kimseler için hayat tarzı olmuştur diyebiliriz. Çevremizde görür, şahit oluruz ki, uç noktalarda gezmeyi mârifet sayan kimseler çok az da olsa yeryüzünde bulunabilmektedir.

           Bu insanlar hep olacaktır. Ne zamana kadar? Akıllarını başlarına toplayıp; “ben ne yapıyorum” deyinceye kadar. Akılları başlarına en sonunda mutlaka gelecektir. Zira doğum ve ölüm, Yaratıcı olan Allah(c.c.)’ nun koyduğu bir kuraldır. Konulan bu kurallara uymayacağım demenin boşluğunu, kişi kendi düşüncesindeki boşluk dolduğunda anlayacaktır. İslâmiyet’ teki ve geçmişte indirilen Hak Kitaplarının(Zebur, Tevrat, İncil’ in insan eliyle bozulmamış şekillerinde) bildirdikleri üzere, inanç sistemlerinin, dünyaya gelen tüm insanlara huzur verdiğini, bu geçici dünya hayatını rahat ve huzur içerisinde geçirmelerinin kapılarını açtığını, mantıkla dahi bulabilecek hale geleceklerdir.

           Bu tür soruları sorabilen kimselerin, normal bir kimsenin akıllarının alamayacağı yanlış düşüncelere saplanmalarının sebebi nedir diye sorulabilir.

           Her zaman görülmüştür ki, akıllı/ zeki diyebileceğimiz insanlardan, küçük bir kısmı, daima her şeyden şüphe etmekle bir yerlere varabileceklerini vehmederler. Vehmederler zira neticesi Yaratan’ ın koyduğu ve hiç kimsenin gücünün de, bu kuralları değiştirmelerinin mümkün olmadığı bir kuralı bilmediklerinin ya da böyle bir kuralı kabul etmediklerinin görüntüsünü vermektedirler. Hal böyle iken, oturup yırtınsak, her tür bilimsel imkânları kullanarak sorumuzun karşılığını bulmaya çalışsak; havanda su dövmüş olmaktan ileri gidemeyiz.

           -Neden fakirliğe doğdum? Neden doğmadan önce benim fikrim alınmadı? Fakirlik içerisinde bir ömür geçirmek, neden benim kaderim olsun? Bu sorular çoğaltılabilir. Zaman zaman herkes düşünür:

           -Allah(C.C.) nasıl bir varlık?  Ne zamandan beri yeryüzünde, daha doğrusu, Kâinat denilen sonsuz evreni ne zaman yaratmıştır. Ne zamandan beri insanlar ve cinleri yaratmıştır? Bütün bu sorulara ilmin verdiği cevaplar vardır. Ancak sınırları belirlidir. Bu belirli sınırları ilmin dahi aşması sınırlıdır; hatta imkânsızdır. Allah(c.c.) İhlâs Sûresinde Varlığını şu şekilde târif etmiştir:

           Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.

           1- De ki; O Allah bir, tektir.
           2- Allah eksiksiz, Samed’ dir (Bütün varlıklar O' na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye        muhtaç değildir).
           3- Doğurmadı ve doğurulmadı.
           4- O' na bir denk de olmadı.

           İnsanların bu târifin ötesinde, Allah(c.c.)’ nun sıfatlarına bir ilâve yapmaları mümkün değildir. Allah(c.c.) 99 Esmâ- ül Hüsna’ sı ile târif edilebilir. Anlaşılabilir.

           Kâinatın anlaşılması hususunda, Keloğlan masallarındaki tekerleme aklıma geliverdi. Bilindiği üzere Keloğlan’ ın, dere tepe düz gittiği, altı ay bir güz gittiği, sonunda arkasına baktığında, bir arpa boyu yol gitmiş olduğunu gördüğü masal tekerlemesinden hareketle; ilim adamları da, kâinatın büyüklüğü ve dahi sonsuzluğu karşısında, bir arpa boyu yol gittiklerini, zaman zaman ifade etmektedirler. Zira kâinat sonsuzdur. Sonsuzluk içerisinde ilim imkânları sınırlıdır ve her düşüncenin çözülebilmesi için yeterli de değildir. Henüz en yakın gezegen olan Mars’ a gitmek için dahi, 40.000 km/ saat hızla giden uzay araçları ile yıllarca yolculuk yapılması gerekmektedir. Ki Mars’ ın dünyaya uzaklığı, sonsuzluk içerisinde 1 birimlik yoldur. Bilindiği üzere 1/ sonsuz yine sonsuzdur. Kâinatta da gidilebilecek sonsuz uzaklıklar mevcuttur. 

           Yukarıda sorulan soruların sonu yoktur ve cevaplarını da bu insan yapımızla bizler veremeyiz. Peki! Cevapsız soru neden olsun? Cevapları mutlaka bulmamız gerekir diyerek; zihni potansiyelimizi hep zorlamışızdır. Araştırmacı yapımızla, zorlamamız da araştırmacı kimliğimize uygun düşebilir. Ancak bir noktada durup, “Ya Rabb- el Âlemin sen yücelerden yücesin. Bizler sonsuz ilmin ve sonsuz kâinatın içerisinde bir zerreyiz. Senin ilmini kavramamız da mümkün değildir” diyerek teslimiyetle huzur bulmamız; kendi yaşantımızda huzur bulmamız için önem arz eder. Gerçekten huzur, bu teslimiyetle gelir. Bizler bu tarz düşünce ile insanlık sınırlarımızı aşmamış oluruz. İstesek de, sınırlarımızı aşma imkânımız olmayan bir konuda, teslimiyet, dünya hayatında huzur ile yaşamamızın en büyük etkenlerinden biridir.

           Ya Rabb- el Âlemin! Sen yücelerden yücesin. Düşünüyorum ki, Yaratan Sen’ sin. Bu kâinatın varlığının yaratılmaktan başka bir yolu olmadığını kabul etmemiz gerekir. Kabul etmezsek ne yapabiliriz? Kime hesap sorabiliriz? Dünya’ nın bir noktadan yaratıldığını fizikçiler, “big bang” büyük patlama teorisi ile ortaya koymuşlar ve “kâinat bir noktadan büyük patlama neticesi meydana gelmiş ise; bir Yüce Yaratıcı’ nın varlığını kabul etmemiz gerekir” diyebilmişlerdir.

           Allah’ ım ancak Sen’ in yaratmanla bu kâinat ayakta durabilir. Beni affet! Sınırlarımı zorladım. Öyle şeyleri düşünmeye başladım ki, bir yerde zihnim durdu. Zira bu zihin potansiyelimle Sen’ in yüceliğini ihata etmeme/ kavramama imkân olmadığı noktasına geldim. Zira Kâinat içerisinde hiçbir güç yaratma işini yapamaz, ancak Sen yaratırsın. Yaratıcı Sen’ sin. Bir kısım insanların şuursuzca, aslında yaratılmış olan dünyaya ve üzerindeki yaratılmışlara, tabiatın yaratması varmış gibi dayanak bularak, kendilerini “mal bulmuş mağribi” gibi hissetmeleri sonucu, Sen’ den başka bir Yaratıcı’ nın olamayacağını tasdik yerine, inkâr bataklığında boğulduklarını görmek, gerçekten büyük bir üzüntü, sonsuz bir azap kaynağıdır. Zira:

           Doğumun elinde değil. Ölümün elinde değil. Babanın/ annenin/ her ikisinin kazanma gayreti kadar müreffeh yaşarsın. Tembel babanın olmasını, senin şanssızlığın olarak görebilirsin. Kader içerisindeki bu duruma müdahale etme hakkın vardır. Ancak belli yaşlara kadar bu müdahale mümkün değildir. Zira insanlar yavaş yavaş büyürler ve kendi ayakları üzerinde durmaları, zamanla olur. 

           İnsanlar babalarını, annelerini, kardeşlerini, genellikle akrabalarını seçemezler. Zira Anne babanın, evlilik müessesesi sâyesinde bir araya gelmeleri neticesi insan nesli çoğalmaktadır. Bunun ötesinde, dünyaya istekle gelinebilecek hiçbir usûl, hiçbir yol- yordam yoktur. Olamaz da. Bu nedenle huzurlu bir yaşantınızın olmasını arzu ederseniz; sizi hiç kimse huzursuz edemez. Zira insanlar iç huzuruna eriştikleri anda, ellerinden gelmeyen şeyler için üzülmezler. Ancak ellerinden gelen bir durum var ise, sebeplere sarılarak duruma tesir etme, isteklerini gerçekleştirme yönünde hareket etme iradeleri bulunmaktadır.

           İnsanların yaşantıları içerisinde alacakları kararlara, Allah(C.C.) dâhil kimse müdahale edemez. Zira insanlar özgür iradeleri ile karar verme yetkisine sahiptirler. Allah(c.c.)’ nun “Küllî İrade” si karşısında, insanların bu özgür iradesine “Cüz’ i İrade” denilmektedir. İnsanlar cüz’ i iradelerinde Allah(c.c.) tarafından serbest bırakılmışlardır. Allah(c.c.) insanlara akıl vermiş; “akıl etmez misiniz” diye de, bir çok Âyet- i Kerîme’ de biz insanları uyarmıştır. Doğru ile eğri olanı bilmemiz için insanlığın başlangıcından itibaren insanlara Kutsal Kitapları ve bunları insanlara açıklayacak Peygamberleri göndermiştir. Bilmemiz gerekenleri öğrenmemiz için hiçbir açık kapı, tarih boyunca bırakılmamıştır. Elbette insanların bu Kutsal Kitaplar ve Peygamberlerden alacakları, yaşam tarzlarını bunlara göre düzenleyecekleri düşünülebilir. Ancak insanların yüzde kaçı, tarih boyunca, yaşamlarını Allah(c.c.)’ nun isteği doğrultusunda tanzim etmişlerdir.

           Sizler akıllı kimseler olarak, huzurla yaşayacağınız bir dünyada, yanlış yönlendireceğiniz aklınızla, kendinizi yanlış yollara atmayınız. Temennimiz tüm insanlığın huzurla yaşantılarına devam etmelerinden başka bir şey değildir.

           Saygılarımla… 14.10.2016 02:11
« Son Düzenleme: Ekim 14, 2016, 03:00:19 ÖÖ Gönderen: is »